ENBİYA 78 / 79 |
وَدَاوُودَ
وَسُلَيْمَانَ
إِذْ
يَحْكُمَانِ
فِي
الْحَرْثِ
إِذْ نَفَشَتْ
فِيهِ
غَنَمُ
الْقَوْمِ
وَكُنَّا
لِحُكْمِهِمْ
شَاهِدِينَ {78} فَفَهَّمْنَاهَا
سُلَيْمَانَ
وَكُلّاً آتَيْنَا
حُكْماً
وَعِلْماً
وَسَخَّرْنَا مَعَ
دَاوُودَ
الْجِبَالَ
يُسَبِّحْنَ
وَالطَّيْرَ
وَكُنَّا
فَاعِلِينَ {79} |
78.
Davud ve Süleyman'ı da (an.) Hani kavmin koyunlarının girdiği ekin hakkında
hüküm veriyorlardı. Biz onların hükümlerine tanık idik.
79. Biz
onu hemen Süleyman'a kavratmıştık. Bununla beraber her birine hikmet ve ilim
verdik. Davud'a da onunla birlikte tesbih etsinler diye dağları ve kuşları
müsahhar kıldık. Yapanlar Bizleriz.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmialtı başlık halinde sunacağız:
1- Davud ve Süleyman (ikisine de selam
olsun)ın Hükümleri:
2- Koyunların Yayılması:
3- Arapçada iki Kişi için Çoğul Kipi
Kullanılabilir mi?
4- Hükümlerinin Mahiyeti:
5- Davud ve Süleyman (a.s.)ın
Hükümlerinin Değeri:
6- Peygamberlerin içtihad Etmeleri Caiz
midir?:
7- Hakim ve Müçtehidlerin Farklı
içtıhadlarının Hükmü:
8- ictihad Eden Hakimin Ecri:
9- Hata Etmekle Birlikte içtihadında
Ecir Alan Müçtehidin Nitelikleri:
10- Müçtehidlerin Farklı Görüşlerinden
Yalnız Birisi isabetlidir:
11- Hakimin Hüküm Verdikten Sonra
içtihadından Dönmesi:
12- Davud (a.s)'ın Verdiği Hükümden
Dönüşünün Mahiyeti:
13- Hayvanların Verdikleri Zararların
Hükmü:
14- Davarların Verdikleri Zararların
Hükmü:
15- Hayvanın Geceleyin Verdiği Zarar
ile Gündüzün Verdiği Zarar Arasında Fark Gözetmenin Hikmeti:
16- Hayvanların Gece Verdikleri
Zararların Tazminatı Ödeme Şekli:
17- Telef Edilen Ekinin Kıymetini
Tesbit Zamanı:
18- Telef Edilen Ekinin Tazminatı
Ertelenecek Olursa:
19- Etrafı Çevrili Bahçeler ile Geniş
ve Bitişik Tarlalarda Verilen Zararların Tazminatı:
20- Bölgenin, Otlak Yahut Ekin Bölgesi
Olması Halinde Zararların Tazminatı:
21- Dizginlenebilen Davarlar ile
Dizginlenemeyenler:
22- Arı, Güvercin ve Kümes
Hayvanlarının Zararları:
23- Hayvanın Verdiği Zararın Zamanla
ilişkisi:
24- Hayvanın Ayağından Yahut
Kuyruğundan Zarar Görenin Durumu:
25- Heder Kabul Edilen Diğer Zararlar:
26- Zararları Heder Olan Şeyleri Sayan
Hadislere Dair:
1- Davud ve Süleyman
(ikisine de selam olsun)ın Hükümleri:
"Davud ve
Süleyman'ı da" an. "Hani kavmin koyunlarının girdiği ekin hakkında
hüküm veriyorlardı."
Yüce Allah'ın:
"Hüküm veriyorlardı" buyruğunda her ne kadar bir arada kendilerinden
söz edilmekte ise de hüküm vermekte ikisinin bir araya gelmeleri
kastedilmemiştir. Çünkü aynı konu ile ilgili olarak iki hakimin (bir arada)
hüküm vermeleri caiz değildir. Onların her birisi tek başına hüküm vermiştir.
Bu hükmü doğru olarak kavrayan ise Yüce Allah'ın ona kavratması sayesinde
Süleyman (a.s.) olmuştu.
"Ekin
hakkında" buyruğu ile ilgili olarak iki görüş vardır. Bir görüşe göre bu
bir ekin (ziraat) idi. Bu görüş Katade'ye aittir. Bir diğer görüşe göre ise
salkımları ortaya çıkmış bir üzüm bağı idi, bu da İbn Mes'ud ve Şureyh'in
görüşüdür. "el-Hars: Ekin" her ikisi hakkında kullanılır. Ancak
ziraat hakkında kullanılması istiareli anlatımdan daha bir uzaktır. (Yani
hakikate daha yakındır).
2- Koyunların
Yayılması:
"Hani kavmin
koyunlarının" geceleyin "girdiği" ve otladığı "ekin
hakkında hüküm veriyorlardı." Görüldüğü gibi burada "en-nefş"
geceleyin atlamak demektir. O bakımdan çobansız olarak atlamaları halinde;
"Geceleyin yayıldı" denilirken, gündüzün yayılmayı anlatmak üzere de;
(...) denilir. Sahibi tarafından otlatılırlarsa: (...) denilir.
"Alabildiğine yayılan develer" demektir.
Abdullah b. Amr'ın
rivayet ettiği hadiste de şöyle denilmiştir: Cennetteki bir tane geceyi
yayılarak geçiren devenin işkembesi gibidir. Bunu da elHerev'i nakletmektedir.
İbn S'ide ise şöyle demektedir: Gündüzün yayılmak anlamındaki
"el-hemel" koyunlar hakkında kullanılmaz, bu sadece develer hakkında
kullanılır.
3- Arapçada iki Kişi
için Çoğul Kipi Kullanılabilir mi?
"Biz onların
hükümlerine tanık idik" buyruğu çoğulun asgari miktarının iki kişi
olduğuna delildir. Ancak bir görüşe göre maksat, hüküm veren iki şahıs ile
hakkında hüküm verilenlerdir. Bundan dolayı (üç ve yukarısı çoğul için
kullanılan); "Onların hükümlerine" denilmiştir.
4- Hükümlerinin
Mahiyeti:
"Biz onu" yani
meseleyi ve onun hakkındaki hükmü "Süleyman'a kavratmıştık." Burada
hakkında hüküm verilen meseleden zamir ile söz edilmesi, buna delil teşkil
edecek ifadelerin önceden geçmiş olmasındandır.
Süleyman (a.s.)ın
hükmünün babasının hükmünden daha üstün oluşu şu bakımdandır: O, onların her
birisinin elinde bulundurduğu öz malını elinde bulundurmasına devam etmesine
hükmetmiş ve böylelikle rahat içerisinde kalmasını sağlamıştı. Davud (a.s.) ise
koyunları ekinin sahibine vermeyi uygun görmüştü.
Bir kesim şöyle
demiştir: Hayır, o koyunları ekin sahibine, ekini de koyunların sahibine
vermişti.
İbn Atiyye dedi ki:
Birinci görüşe göre o, koyunların telef ettikleri mahsule eş değerde
olduklarını görmüş olmalıdır. İkinci görüşe göre ise o, koyunların ekine ve
gelire eş değerde olduklarını görmüştür.
Süleyman (a.s.)
hasımların çıktıkları kapı tarafında oturdu. Davüd (a.s.)ın yanına da bir başka
kapıdan giriyorlardı. Hasımlar, Süleyman (a.s.)ın bulunduğu taraftan
çıktıklarında onlara: Aranızda Allah'ın peygamberi Davud ne şekilde hüküm
verdi? diye sordu. Hasımlar: Koyunların ekin sahibine verilmesine hükmetti,
dediler. o: Hüküm belki başka türlü olabilir, benimle beraber geliniz, dedi.
Babasının yanına varıp: Ey Allah'ın Peygamberi, dedi. Sen şunu şunu hükme
bağladın, ben ise her iki kişiye de daha uygun gelen bir görüşe vardım.
Davud (a.s.) O nedir?
deyince şöyle dedi: Koyunları ekin sahibine ver, o koyunların sütlerinden,
yağlarından, yünlerinden faydalansın. Ekini de ona bakmak üzere koyunların
sahibine ver. Koyunların zarar verdiği o ekin ertesi sene telef olmadan önceki
haline gelince herkes elindeki malı öbürüne teslim etsin.
Bunun üzerine Davüd
(a.s.): Oğulcağızım, gerçekten başarılı bir hüküm verdin. Allah senin bu
kavrayışını sürekli kılsın, deyip oğlu Süleyman'ın verdiği şekilde o da hüküm
verdi. Bu manadaki açıklamaları İbn Mes'ud, Mücahid ve başkaları yapmıştır.
el-Kelbı dedi ki: Davud
(a.s.) koyunları ve koyunların telef ettikleri bağın kıymetini göz önünde
bulundurdu. Her ikisinin eşit değerde olduklarını görünce koyunları bağın
sahibine verdi. en-Nehhas da böyle demiştir: Onun koyunların ekin sahibine
verilmesini hükme bağlaması, koyunların değerinin ona yakın olmasından
ötürüdür.
Süleyman'ın hükmü
hakkında da şöyle denilmiştir: Ekin sahibinin koyunlardan elde ettiklerinin
değeri ile koyunların telef ettikleri ekinlerin değeri aynı şekilde eşit idi.
5- Davud ve Süleyman
(a.s.)ın Hükümlerinin Değeri:
"Bununla beraber
her birine hikmet ve ilim verdik" buyruğundan bazı kimseler Davud (a.s.)ın
bu olayda hata etmediğini, aksine bu hususta kendisine ilim ve hikmetin
verilmiş olduğu sonucunu çıkarmışlar. Yüce Allah'ın: "Biz onu hemen
Süleyman'a kavratmıştık" buyruğunun da Süleyman (a.s.)ın Davud (a.s.)a
karşı bir üstünlüğünü ifade ettiğini ve üstünlüğünün de nihayette Davud (a.s.)a
döndüğünü söylemişlerdir. Baba da zaten oğlunun kendisinden üstün olmasına
sevinir.
Bir diğer kesim şöyle
demiştir: Hayır, o bu olayda istenen muayyen sonucu isabet ettirememiştir.
Allah onu, başka bir olay ile ilgili olarak kendisine hikmet ve ilim vermiş
olduğunu belirterek öğmektedir. Bu olayda isabet eden Süleyman (a.s.)dır, hata
eden de Davud (a.s.)'dır. Başkalarında görüldüğü gibi peygamberlerde de yanlış
ve hata yapmak imkansız bir şey değildir. Aksine onlar hataları üzerinde
bırakılmazlar. Başkaları hataları konusunda (uyarılmayıp) bırakılsalar dahi.
Velid, Dimaşk (Şam)daki
kiliseyi yıkınca, Bizans Hükümdarı ona şu mektubu yazdı: "Sen babanın
ilişmediği kiliseyi yıkmış bulunuyorsun."
Eğer sen isabet ettiysen
baban hata etmiştir, eğer baban isabet ettiyse sen hata etmiş bulunuyorsun.
Bunun üzerine Velid: "Davud ve Süleyman'ı da (an.) Hani kavmin
koyunlarının girdiği ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz onların hükümlerine
tanık idik. Biz onu hemen Süleyman'a kavratmıştık. Bununla beraber her birine
hikmet ve ilim verdik" buyruğunu yazarak cevap verdi.
Bir kesim de şöyle
demiştir: Davud ve Süleyman -ikisine de selam olsun peygamberdi. Bunlar
kendilerine gelen vahye göre hüküm verirlerdi. Davud bir vahye göre hüküm
verdi, Süleyman da Yüce Allah'ın kendisi ile Davud'un hükmünü neshetmiş olduğu
başka bir vahye göre hüküm verdi. İşte buna göre "Biz onu hemen Süleyman'a
kavratmıştık" buyruğu Davud'a verilen vahyi neshedici vahiy yoluyla
kavratmıştık ve Süleyman'a da bunu Davud'a tebliğ etmesini emretmiştik demek
olur. "Bununla beraber her birine hikmet ve ilim verdik."
Bu da İbn Furek'in de
aralarında bulunduğu bir grup ilim adamının görüşüdür. Cumhurun kanaatine göre
ise; her ikisi ictihadlarına dayanarak hüküm vermişlerdi ki, bu da bir sonraki
başlığın konusudur:
6- Peygamberlerin
içtihad Etmeleri Caiz midir?:
İlim adamları
peygamberlerin içtihad etmelerinin caiz olup olmadığı hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. Caiz olmadığını söyleyenler olmuş ise de; muhakkikler
caiz olduğunu bildirmişlerdir. Çünkü peygamberlerin içtihad etmeleri aklen
imkansız değildir. Diğer taraftan içtihad şer'i bir delildir. O halde
peygamberlerin bunu delil olarak kullanmalarının imkansız görülecek bir tarafı
yoktur. Nitekim şanı Yüce Allah'ın: "Bu husus ağırlıklı olarak sende bir
kanaat halini alırsa, kanaatinin ağır bastığı tarafı sen kesin inanıp ve Benim
hükmüm olduğunu kabul edip bunu ümmetine tebliğ et" diye buyurmuş olması
da aklen imkansız bir şey değildir.
Eğer: İçtihadın delil
olması nassın olmaması halinde söz konusudur.
Peygamberlerin nass
bulamaması ise söz konusu değildir, denilecek olursa biz de şöyle cevap
veririz:
Melek inmeyecek (ve
gerek duyulan nassı getirmeyecek) olursa, onlarda da nass bulunmamış olur.
Onlar da ellerinde bulunan nassların manalarını araştırmak hususunda kendileri
dışındaki diğer müçtehidlerle aynı durumda olurlar. Kendileri ile sair
müçtehidler arasındaki fark; peygamberlerin içtihadlarında hatadan, yanlışlık
yapmaktan ve kusurlu davranmaktan masum (korunmuş) olmalarında ortaya çıkar.
Başkaları ise böyle değildir. Nitekim Cumhurun kanaatine göre bütün
peygamberler içtihadlarında hata etmekten ve yanlışlık yapmaktan yana
korunmuşlardır.
Şafii mezhebi alimlerinden
Ebu Ali İbn Ebi Hureyre'nin kanaatine göre de Peygamberimiz (s.a.v.)
peygamberlerin hata etmeleri açısından özel bir konumda bulunmaktadır. O, bizim
peygamberimiz ile sair peygamberler arasında fark gözetmekte ve son peygamberin
arkasından hatasını telafi edecek bir kimse bulunmadığı için, Yüce Allah'ın onu
hatadan korumuş olduğunu, diğer peygamberlerden sonra ise hatalarını telafi
edecek kimselerin gelmiş olduğunu söylemektedir.
Şöyle de denilmiştir:
Genel olarak bütün peygamberlerle bizim peygamberimiz arasında hatalarının
mümkün olması açısından bir fark yoktur. Ancak onlar, o hatalarını uygulama
noktasında bırakılmazlar. Dolayısıyla onlardan sonra gelecek olan
peygamberlerin o hatalarını telafi etmelerine itibar edilmez. İşte Rasülullah (s.a.v.)a
bir kadın iddet hakkında soru sormuş, o da ona: "Dilediğin yerde iddet
bekle" dedikten sonra, aynı kadına: "Yazılı vade sona erinceye kadar
evinde bekle" diye buyurmuştur.
Bir adam ona: Ne dersin?
Ben ecrimi Allah'tan bekleyerek öldürülecek olursam, cennete ulaşmama herhangi
bir şeyengel olur mu? diye sorunca, ona önce: "Hayır" demiş, sonra da
onu çağırarak: "Borç müstesna, Cebrail (a.s.) bana böyle haber verdi"
diye buyurmuştur.
7- Hakim ve
Müçtehidlerin Farklı içtıhadlarının Hükmü:
el-Hasen dedi ki: Eğer
bu ayet-i kerime olmasaydı, hakimlerin helak olacakları görüşüne varırdım.
Ancak Yüce Allah Süleyman (a.s.)ı doğruluğu isabet ettirmesi dolayısıyla
överken, Davud (a.s.)ı da içtihadı dolayısıyla mazur görmüştür.
İlim adamları farklı
sonuçlara varmaları halinde fer'i meselelerde içtihad eden müçtehidlerin hükmü
hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesimin kanaatine göre hak Allah'ın
nezdinde yalnızca bir taraftadır. Buna dair de bir takım deliller ortaya
koymuş, müçtehidleri de bu delilleri araştırmaya, bunlar üzerinde düşünmeye
davet etmiştir. Belli bir meselede istenen muayyen hükme ulaşan bir kimseye
gelince; işte mutlak olarak isabet eden odur. Böyle bir kişinin de iki ecri
vardır, biri içtihad ecri, diğeri de isabet ettirme ecri. Hakka isabet
ettiremeyen ise, içtihad etmekte isabetli fakat muayyen hakkı isabet
ettirememek bakımından da hatalıdır. Böyle bir kimsenin de bir ecri vardır.
Bununla birlikte mazur da değildir. İşte Süleyman da istenen hakka isabet
ettirmiş ve kavradığı husus da bu olmuştur.
Bir başka kesim hata
eden alimin mazur olmamakla birlikte, hatası dolayısıyla günahkar da olmayacağı
görüşündedir. Bir kesim de şu görüştedir: Hak belli bir taraftadır. Yüce Allah
da ona dair delilleri açıkça ortaya koymuş değildir. Aksine o meseleyi
müçtehidlerin görüşlerine havale etmiştir. Bu hakkı isabet ettiren isabet
etmiş, ettiremeyip hata eden ise hem mazurdur hem de ecir alır. Yüce Allah (bu
gibi hususlarda) bizden muayyen gerçeği isabet ettirmekle kulluk etmemizi istememiştir.
O bizden sadece içtihad ederek, kulluk etmemizi istemiştir.
-Aynı zamanda Malik'in
ve mezhebine mensub ilim adamlarının (Allah onlardan razı olsun) bellenmiş ve
tesbit edilmiş görüşlerinin de ifadesi olan- ehli sünnetin cumhuru da şöyle
demektedir: Fer'i meselelerde hak her iki taraftadır. Her müçtehid isabet eder.
İstenen şey ise kendi kanaatince daha faziletli olanı tesbit etmesinden
ibarettir. Her müçtehid kendi özel kanaatince en faziletli olanı içtihadı ile
tesbit etmiştir.
Bu görüşün deliline
gelince; Ashab-ı Kiram ve onlardan sonra gelenlerin biri diğerinden farklı
hükümleri kabul etmiştir. Onlardan herhangi bir kimse kendisine muhalefet
edenin görüşünü bırakılarak, kendi görüşünün kabul edilmesi kanaatinde
olmamıştır.
Ebu Ca'fer el-Mansur'un
insanları Muvatta'ı kabul etmeye zorlama isteğini Malik (Allah'ın rahmeti
üzerine olsun)in reddetmesi de bu kabildendir. Buna göre bir ilim adamı bir
husus hakkında helaldir diyecek olsa, bu Yüce Allah'ın nezdinde bu alime has
olan bu konuda hak odur. Onun kanaatini kabul eden herkes için de böyledir.
Aksinde de durum böyledir. Bu kanaatin sahipleri derler ki: Süleyman (a.s.)
meseleyi en mükemmel şekilde kavramış ve daha tercihe değer olan o olmakla
birlikte, birincisi de hatalı değildir. Bu kanaat sahipleri Peygamber
(s.a.v.)ın: "ilim adamı içtihad edip de hata ederse" hadisini daha
faziletli olanı isabet ettiremezse diye açıklamışlardır.
8- ictihad Eden
Hakimin Ecri:
Müslim ve başkalarının
rivayetlerine göre Amr b. el-As, RasUlullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken
dinlemiş: "Hakim hükmedip, içtihad eder sonra da isabet ettirirse onun
için iki ecir vardır. Hakim içtihad eder, sonra da hata ederse onun için bir
ecir vardır.'' Müslim'in eserinde bu şekilde "hükmedip içtihad
ederse" şeklinde içtihaddan önce hükmetmeyi zikretmiştir. Halbuki durum
aksinedir. içtihad hüküm vermekten öncedir. icma ile içtihad etmeden hüküm
vermek caiz kabul edilmemiştir. Hadisin manası şundan ibarettir: Hükmetmek
isteyip de içtihad ederse ... Nitekim Yüce Allah'ın: "Kur'an okuduğun
zaman Allah'a sığın." (en-Nahl, 98) buyruğu da böyledir. (Yani önce
istiaze çekilir, sonra Kur'an okunur). Buna göre burada olay hakkında içtihad
etmesini kastetmiştir. Bu da usDI alimlerinin şu kanaatlerinin doğruluğunu
ifade eder: Müçtehidin aynı olayın yeniden tekrarlanması halinde bir daha
içtihad edip düşünmesi icab eder. Daha önceki içtihadına dayanmamalıdır, çünkü
birincisinde kuvvetli gördüğü kanaatin farklısının ikinci seferinde ona
kuvvetli görüş olarak görünmesi mümkündür. Ancak ilk içtihadının esaslarını
hatırlıyor ve ona meylediyor ise; bir başka emare üzerinde yeniden düşünmeye
ihtiyacı olmaz.
9- Hata Etmekle
Birlikte içtihadında Ecir Alan Müçtehidin Nitelikleri:
Hata eden hakimin ecir
alması ancak içtihadı, sünnetleri, kıyası ve geçmiş hakimlerin hükümlerini
bilmesi halinde söz konusudur. Çünkü onun yaptığı içtihad bir ibadettir. Hataya
karşılık ona ecir verilmez, aksine sadece ondan günah kaldırılır. Eğer o mesele
içtihad konusu değil ise bu sefer kendisi böyle bir yükümlülüğün altına
gereksiz yere girmiş demektir. Bu durumda da verdiği hükmünde hatadan dolayı
mazur görülemez. Aksine onun en ağır günahı kazanacağından korkulur. Buna da
Peygamber (s.a.v.)ın Ebu Davud tarafından rivayet edilen bir başka hadisi delil
teşkil etmektedir: "Hakimler üç türlüdür...''
İbnu'l-Münzir dedi ki:
Hakime içtihad ederken hata ettiği için değil, doğruyu bulmak için
çalıştığından dolayı ecir verilir. Bunu destekleyen delillerden birisi de Yüce
Allah'ın: "Biz onu hemen Süleyman'a kavratmıştık" ayetidir. el-Hasen
dedi ki: Yüce Allah Süleyman (a.s.)ı övmekte, Davud (a.s.)ı da yermemektedir.
10- Müçtehidlerin
Farklı Görüşlerinden Yalnız Birisi isabetlidir:
Ebu Temmam el-Maliki'nin
naklettiğine göre Malik'in görüşü şudur: Hak müçtehidlerin görüşleri arasında
yalnız birisindedir. Diğer farklı kanaatlerde bu özellik yoktur, fukahanın
çoğunluğu da bu kanaattedir. Ebu Temmam dedi ki: İbnu'l-Kasım'ın naklettiğine
göre o Malik'e, ashabın ayrılıkları hakkında sormuş, o da; kimisi hata
etmiştir, kimisi isabet etmiştir. Onların bütün görüşleri haklı demek değildir,
diye cevap vermiştir.
Bu görüşün İmam Malik'in
meşhur görüşü olduğu söylenmiştir. Muhammed b. el-Huseyn de bu kanaattedir. Bu
görüşü kabul edenler Abdullah b. Amr'ın hadisini delil göstermişler ve şöyle
demişlerdir: Bu, müçtehidler ve hakimler arasında hata edenin de, isabet edenin
de bulunduğu hususunda açık bir nasstır. Her bir müçtehidin isabet ettiğini
söylemek aynı şeyin hem helal, hem haram, hem vacib, hem mendub olmasını
gerektirebilir.
Diğer görüşün sahipleri
de İbn Ömer'in şu hadisini delil göstermişlerdir:
İbn Ömer dedi ki:
Rasulullah Ahzab gazvesinden sonra (Kurayzaoğullarına) gittiği günü aramızda
nida et(tir)di: "Hiç kimse Kurayzaoğulları diyarı dışında ikindi namazını
kılmasın." (Yolda) bazı kimseler vaktin geçeceğinden korktular,
Kurayzaoğulları diyarına varmadan namazlarını kıldılar. Diğerleri ise; vakti
geçirecek dahi olsak Rasulullah (s.a.v.)ın bize emrettiği yerden başka bir
yerde namaz kılmayacağız. RasUlullah bu iki kesimden de kimseyi azarlamadı.
Bu kanaatte olanlar
derler ki: Eğer iki kesimden birisi hata etmiş olsaydı, Peygamber (s.a.v.) onu
elbette tayin ederdi.
Şöyle de denilebilir:
Belki hata edenleri tayin etmeyip susması, hata edenin de günahkar olmayıp ecir
almış olmasından dolayıdır. O bakımdan hata edeni tayin etmeye ihtiyaç
duymamıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İçtihad meselesi uzun ve
dallı budaklı bir meseledir. Bizim burada ondan bu kadarcık söz etmemiz ayetin
anlamı ile ilgili olarak yeterlidir. Hidayete ulaşmak başarısını veren
Allah'tır.
11- Hakimin Hüküm
Verdikten Sonra içtihadından Dönmesi:
Ayet-i kerime ile ilgili
başka meseleler vardır. Bunlardan birisi de; hakimin kendi içtihadı ile vermiş
olduğu birinci hükümden daha tercihe değer bir başka içtihada dönmesidir. İşte
Davud (a.s.) böyle yapmıştır. Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız -yüce
Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- bu hususta farklı görüşlere sahiptirler.
Abdu'l-Melik ve Mutarrif, '''el- Vadıha"da şöyle demektedirler: Yetki
alanı içerisinde olduğu sürece bu hakka sahiptir. Eğer başkasının yetki alanına
girerse böyle bir hakka sahip değildir ve o da yargı bakımından başkası
gibidir. Malik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)in '''elMüdevvene"deki
sözünün zahirinden anlaşılan budur.
Suhnun da hakkında
(aleyhinde) görüş belirtilmiş bir içtihaddan daha doğru kabul ettiği bir başka
içtihada dönüşü hususunda: "Buna hakkı yoktur" demektedir. İbn
Abdi'l-Hakem de böyle demiştir. Onlar derler ki: O bu durumda kendisince güçlü
kabul ettiği görüşüne göre yeniden hüküm verir. Suhnun dedi ki: Ancak o vakitte
kendisince daha kuvvetli görüşün hangisi olduğunu unutmuş, yahut yanılmış ise
ve bundan başka bir hüküm gereğince hükmetmiş ise, o verdiği hükmünü bozabilir.
Ama hüküm verdiği zaman kendisince daha güçlü kabul ettiği hüküm gereğince
hükmetmiş, sonra da başka bir görüşün kuvvetli olduğunu görmüş ise, birinci
hükmünü bozma imkanı yoktur. Suhnun bunu "oğlunun kitabında
(mektubunda?)" ifade etmiştir. Eşheb de "İbnu'l-Mevvaz (Darakutni,
IV, 206-207) Kitabı"nda şöyle demektedir: Eğer onun verdiği hükümden daha
doğru olana dönüşü mali bir hususa ait ise birinci hükmünü nakzedebilir. Şayet
talak, nikah ya da köle azad etmek ile ilgili ise önceki hükmünü bozmak hakkı
yoktur.
Derim ki: Hakim eğer hakkın
başka kanaatte olduğunu açıkça görecek olursa o hüküm kendi yetki alanı
çerçevesinde kaldığı sürece vermiş olduğu hükümden dönebilir. Ömer (r.a.)'ın
Ebu Musa (r.a.)'a yazdığı ve Darakutni'nin rivayet ettiği mektubunda da
böyledir. Biz bunu el-A'raf Suresi'nde (el-A'raf, 12. ayetin tefsiri, 4.
başlıkta) zikretmiştik. Orada Ömer (r.a) böyle bir tafsilata girişmemiştir.
Malik'in zahir görüşü lehine delil de budur.
Hakim haddini aşarak ve
ilim ehline muhalefet ederek hüküm verecek olursa, hükmünün -içtihad etmiş olsa
dahi- reddedileceği hususunda ilim adamlarının görüş ayrılığı yoktur.
Bir hakimin hükmünü, bir
başka hakimin koğuşturmasına gelince; bu o kimseye caiz değildir, çünkü
hükümlerin nakledilmesi açısından ve helali harama değiştirmek bakımından bunun
pek büyük bir zararı vardır. Ayrıca islam kanunları da zaptu rapt altına
alınmış olmaz. ilim adamlarından hiçbir kimse bir başkasının rivayetini
nakzetmeye kalkışmamıştır. Herkes ancak kendisince kuvvetli gördüğüne göre
hüküm vermiştir.
12- Davud (a.s)'ın
Verdiği Hükümden Dönüşünün Mahiyeti:
Bazıları: Davud (a.s.)
henüz hükmünü yürürlüğe koymamış ve başkasının söylediği görüşün haklı olduğunu
görmüştü. Başkaları da: Onun verdiği hüküm hakim hükmü değil, bir fetva idi,
demişlerdir.
Derim ki: Ebu
Hureyre'nin Peygamber (s.a.v.)dan yaptığı şu rivayet de böylece yorumlanır. Ebu
Hureyre dedi ki: Bir seferinde beraberlerinde birer oğulları da bulunan iki
kadın vardı. Bir kurt gelip onlardan birisinin oğlunu kapıp gitti. Biri öteki
kadına: O kurt senin oğlunu alıp gitti, dedi. Diğeri de ötekine: Hayır, o senin
oğlunu kaptı, dedi. Her ikisi Davüd (a.s.)ın hükmüne başvurdular. O da oğlun
büyük kadına ait olduğuna dair hüküm verdi. Davüd'un oğlu Süleyman'ın (ikisine
de selam olsun) yanına çıktılar ve durumu ona haber verdiler. O da: Bana bir
bıçak getirin, çocuğu ikiye böleceğim, her birinize yarısını vereceğim, küçük
kadın: Hayır, Allah'ın rahmeti üzerine olsun, böyle yapmana gerek yok, o onun
oğludur, dedi. Bunun üzerine oğulun küçük kadına ait olduğuna dair hüküm verdi.
Ebu Hureyre dedi ki: Ben o zamana kadar (bıçağa) sikkın denildiğini
duymamıştım. Bizler bu anlamda ancak "el-mudye" lafzını kullanırdık.
Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Bu hükmün Davud (a.s)'ın
bir fetvasıdır, şeklindeki görüş zayıf bir görüştür. Çünkü o bir peygamberdi ve
onun verdiği fetva bir hüküm idi. Diğer görüş de uzak bir ihtimaldir. Çünkü
Yüce Allah: "Hani ... ekin hakkında hüküm veriyorlardı" diye
buyurmakta ve böylelikle onların her birisinin ayrı ayrı hüküm vermiş olduğunu
beyan etmektedir. Hadis-i şerifte geçen: "Çocuğun büyük kadına ait
olduğuna dair hüküm verdi" ifadesi de vermiş olduğu hükmünün geçerli ve
yerine getirilen bir hüküm olduğuna delil teşkil etmektedir.
Hele şöyle diyenler
oldukça uzak bir ihtimali dile getirmişlerdir: Onun çocuğun büyük kadının hakkı
olduğuna dair hüküm vermesi, kadının büyük olması dolayısıyla lehine hüküm
vermesinin, Davud'un şeriatının bir gereği olduğundandı. Bunun tutarsızlık
sebebi, büyüklüğün ve küçüklüğün davalar esnasında uzunluk, kısalık, siyahlık
ve beyazlık gibi göz önünde bulundurulmaması gereken şeyler oluşundan
dolayıdır. Çünkü bunların hiçbirisi davacıların herhangi birisinin görüşünü
tercih etmeyi gerektirmez ki, bundan dolayı onun lehine ya da aleyhine hüküm
vermek söz konusu olsun. Hüküm şer'ı buyrukların getirdiklerinin iyice
kavranılmasından hareketle doğruluğu kestirilebilen şeyler arasında yer alır.
Burada söylenmesi
gereken şudur: Davud (a.s.)'ın çocuğun büyük kadına ait olduğuna hüküm vermesi,
kendisince o kadının sözünü tercih etmesini gerektiren bir sebepten ötürü
olmuştur. Hadis-i şerifte bunu tayin eden bir ifade yoktur. Çünkü bunun tayin
edilmesini gerektiren bir sebep de yoktur. Belki çocuk elinde idi. Diğerinin
ise delil getirebilmekten yana aciz olduğunu bilmişti. Bu sebebten ötürü
çocuğun o kadına ait olduğuna dair hüküm verdi ve bunu mevcut olanı, mevcut
hali üzere bırakmak (istishab) esasına dayanarak yapmıştı.
Böyle bir yorum bu hadis
ile ilgili olarak yapılan açıklamaların en güzelidir. İndirilmiş şeriatlerin
hakkında ihtilaf etmiş olmaları uzak bir ihtimal bulunan şer'ı davalar ile
ilgili kaidelerin, lehine tanıklık ettiği de budur. O bakımdan: Eğer Davud
şer'ı bir sebebe binaen böyle bir hüküm vermiş ise, Süleyman'ın onun hükmünü
nakzetmesi nasıl uygun düştü, denilemez. Böyle bir itiraza şu şekilde cevap
verilir:
Süleyman (a.s) babasının
hükmünü nakzetmeye kalkışmış değildir. O oldukça incelikli bir yola
başvurmuştur ve bu sebebten küçük kadının doğru söylediğini anlamıştır. Bu da
şudur: Haydi bana bir bıçak getir. Ben aranızda bu çocuğu ikiye paylaştırayım
deyince, küçük kadın: Hayır dedi. Böylelikle o küçük kadında tesbit ettiği
şefkat karinesi ile, bunun büyük kadında bulunmadığını görmesi, bir de küçük
kadının doğru söylediğine dair kendisinde yeterli bir kanaat ve bilgi hasıl
edecek başka bir takım karineleri de eklemiş olması muhtemel olduğundan,
çocuğun küçük hanıma ait olduğuna hüküm vermiştir. Onun bu şekilde bir hüküm
vermesine uygun sebep teşkil eden hususlardan birisi de, kendi bilgisine
dayanarak hüküm vermesi olabilir.
Nesai bu hadisi
naklettiği babta: "Hakim'in kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi"
diye bir başlık kullandığı gibi, yine aynı şekilde bu hadis için:
"Hakim'in hakkın ortaya çıkması için yapmayacağı bir şey hakkında: Onu
yapayım diyebileceği" şeklinde; yine bu hadis ile ilgili olarak:
"Hakim'in kendisi gibi yahut kendisinden daha üstün bir başka hakimin
vermiş olduğu hükmü bozması" diye bir başlık açmıştır.
Büyük hanımın çocuğun
Süleyman (a.s.)ın bu hususta ciddi ve kararlı olduğunu görmesi üzerine küçük
kadına ait olduğunu itiraf etmiş olması ve bunun üzerine onun da çocuğun küçük
hanıma ait olduğuna dair hüküm vermiş olması ihtimali de vardır. Böylelikle bu,
hakimin yemin ile hükmetmiş olmasına benzer. Kişi yemin etmeye kalkınca bu
sefer inkar edenden ikrar etmesini gerektiren bir husus ortaya çıkar. Bu
durumda hakim onun aleyhine yeminden önce de, sonra da bu ikrar gereğince hüküm
verir ve bu da birinci hükmü nakzetmek kabilinden olmaz. Aksine sebeplerin
değişmesine uygun olarak hükümlerin değişmesi kabilinden olur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
Bu hadisteki fıkhi
inceliklere gelince; peygamberlerin de içtihadlarına göre hüküm vermeleri caiz
görülmüştür. Bunu daha önceden zikrettik. Bir diğer fıkhi incelik şudur:
Hakimler hakları ortaya çıkartacak bir takım yollara başvurabilirler ve bu
güçlü bir zeka ve kavrayışın, insanların durumlarını yakından tanıyışın bir
neticesidir. Bazen takva ehlinde dini ve nurani bir feraset bulunabilir. Bu da Allah'ın
bir lütfudur, onu dilediğine verir. Bu hususta: Anne (çocuğunun nesebine) ilhak
edilebilir, diyenlerin lehine bir delil de vardır. Bu Malik'in mezhebinde
meşhur bir görüş değildir, bunu söz konusu etmenin yeri de burası değildir.
Özetle söyleyecek
olursak bu meselede Süleyman (a.s.)ın hüküm vermesi dolayısıyla Yüce Allah:
"Biz onu hemen Süleyman'a kavratmıştık" buyruğu ile ona övgüyü de
kapsamaktadır.
13- Hayvanların
Verdikleri Zararların Hükmü:
Ekine dair açıklamalar
daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu olayda şeriatimizdeki hükme gelince:
Bahçe ve ekin sahipleri gündüzün bahçelerini ve ekinlerini korumakla
yükümlüdürler. Bundan sonra ise misli olan şeylerde misilleriyle kıyemi olan
şeylerde de kıymetleriyle tazminat söz konusudur. Şeriatimizde bu meselenin
asıl dayanağı, Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)in, el-Bera b. Azib'in devesi ile
ilgili olarak vermiş olduğu hükümdür. Bunu İmam Malik, İbn Şihab'dan rivayet
etmektedir. Onun, Haram b. Sa'd b. Muhayyisa'dan rivayet ettiğine göre
el-Bera'nın devesi bir adamın bahçesine girdi ve orada bir takım zararlara
sebeb oldu. Resulullah (s.a.v.)da bahçe sahiplerinin bahçelerini gündüzün
korumakla yükümlü olduklarına, davarların geceleyin verdikleri zararların
tazminatının da sahipleri tarafından ödeneceğine hüküm verdi.
Hadisi bu şekilde bütün
raviler mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Aynı şekilde İbn Şihab'ın
arkadaşları da İbn Şihab'dan böylece rivayet etmişlerdir. Ancak İbn Uyeyne bunu
ez-Zühr'i'den, o Said b. Haram b. Sa'd b. Muhayyisa'dan: el-Bera'nın devesi
diyerek bunun bir benzerini ve bu manada rivayet etmiştir.
Diğer taraftan İbn Ebi
Zi'b de İbn Şihab'dan rivayet ettiğine göre kendisine el-Bera'nın devesinin
bazı kimselere ait bir bahçeye girdiğine dair haber ulaştığını belirterek
Malik'in rivayet ettiği hadisin aynısını nakletmektedir. Ancak o Haram b. Sa'd
b. Muhayyısa'yı da başkasını da zikretmemektedir.
Ebu Ömer dedi ki: İbn
Ebi Zi'b bu rivayetin senedini bozmaktan başka bir şey yapmış değildir.
Yine bunu Abdu'r-Rezzak,
Ma'mer'den, o ez-Zühr'i'den, o Haram b.
Muhayyisa'dan, o
babasından, o da Peygamber (s.a.v.)dan rivayet etmiş olmakla birlikte; bu
hususta Abdu'r-Rezzak'a mutabaat yapılmamıştır ve onun Haram b. Muhayyısa'dan,
o babasından ... demesini kabul etmemişlerdir.
Yine bu hadisi İbn
Cüreyc, İbn Şihab'dan rivayet etmektedir. İbn Şihab dedi ki: Bana Ebu Umame b.
Sehl b. Huneyf naklettiğine göre; bir dişi deve bazılarına ait bir bahçeye
girdi ve orada bazı zararlara sebeb oldu diyerek, hadisi İbn Şihab'dan, o Ebu
Umame'den diye nakletmiştir. Bu dişi devenin el-Bera'ya ait olduğundan da söz
etmemektedir. Hadisin İbn Şihab'dan, o İbn Muhayyısa'dan senedi ile ve yine
aynı şekilde Said b. el-Museyyeb'den ve Ebu Umame'den de rivayet edilmiş olması
mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Böylelikle onlardan rivayet eden,
onlardan dilediği kimseden, hatırına geldiği üzere rivayet etmiştir. Bunların
hepsi de güvenilir ravilerdir.
Ebu Ömer dedi ki: Her ne
kadar bu hadis mürsel ise de, hadis imamlarının mürsel olarak rivayet ettikleri
meşhur bir hadistir. Güvenilir raviler de bunu nakletmiş, Hicaz fukahası bu
hadise göre hüküm vermiş ve onu kabul ile karşılamıştır. Medine'de de bu hadis
gereğince amel edilegelmiştir. Gerek Medinelilerin, gerekse de diğer
Hicazlıların bu hadisi delil alıp kullanmış olmaları yeterlidir.
14- Davarların
Verdikleri Zararların Hükmü:
Malik ve imamların
cumhuru el-Bera hadisi gereğince görüş belirtmişlerdir. Ebu Hanife, arkadaşları
ve bir gurup Kufe alimi bu hükmün nesh olduğu kanaatindedir. Bunlara göre
davarlar, gece ya da gündüz eğer bir ekine zarar verecek olurlarsa, o
davarların sahiplerinin herhangi bir sorumlulukları yoktur. Bunlar davarların
bu gibi zararlarını Peygamber (s.a.v.)ın: "Hayvanın yaralaması
hederdir" hadisinin genel çerçevesi içerisine sokmuşlar ve hayvanların
yaptıkları bütün diğer işlerini (verdikleri zararları) yaralamalarına kıyas
etmişlerdir.
Bu görüşü Ebu Hanife'den
önce belirten kimsenin olmadığı da söylenmiştir. Ne onun ne de ona tabi
olanların bu hadiste lehlerine delil olacak bir taraf yoktur. Bunun el-Bera
hadisini neshetmiş olması ve onunla çelişmesine gelince; nesh şartları burada
bulunmamaktadır. Çelişki (tearuz) ise bir hadisin hükmünü kabul etmenin ancak
diğer hadisi reddetmekle mümkün olması halinde söz konusu olabilir.
"Hayvanın yaralaması hederdir" genel ve ittifakla kabul edilmiş bir
hadistir. Daha sonra Peygamber ekinleri ve bahçeleri el-Bera hadisiyle tahsis
etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)ın aynı hadiste: "Hayvanın gündüzün
yaralaması hederdir, geceleyin heder değildir. Ekinlerde, bahçelerde ve
tarlalarda böyledir" diye bir rivayet gelmiş olması; imkansız görülecek
bir şey değildir. Bu durumda (bu hadisler hakkında) bunların çeliştikleri
(taaruz ettikleri) nasıl söylenebilir? Bu gibi hadisler usül kitaplarında
belirtildiği üzere umum ve hususiyet bildiren hadisler kabilindendir, o kadar.
15- Hayvanın Geceleyin
Verdiği Zarar ile Gündüzün Verdiği Zarar Arasında Fark Gözetmenin Hikmeti:
Leys b. Sa'd: Davar
sahipleri gece olsun, gündüz olsun yaptıkları bütün zararların tazminatını
öder. Ancak davarların değerinden daha fazla da tazminat ödemez; demişken
Şari'in gece ile gündüz verilen zarar arasında fark gözetmesinin hikmeti nedir?
diye sorulacak olursa cevabımız şu olur:
Aralarındaki fark
açıktır. Çünkü davar sahiplerinin hayvanlarını gündüzün atlamak üzere salmaları
bir zorunluluktur. Çoğunlukla görülen de şu ki: Ekini bulunan kimseler gündüzün
ekinlerini gözetler, korur ve ona zarar vermek isteyenlere karşı ekinini himaye
eder. O bakımdan ekinin gündüzün korunmasını ekin sahiplerine görev olarak
tesbit etmiştir. Çünkü gündüz geçimi sağlamak için tasarruf ta bulunulacak bir
vakittir. Nitekim Yüce Allah: "Gündüzü de geçım zamanı kıldık.'' (Nebe,
11) diye buyurmaktadır. Gece geldi mi artık herşeyin yerine ve istirahat
edeceği meskenine dönüş zamanı geldi, demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: ''Allah'tan başka size içinde rahat bulacağınız geceyi getirecek
ilah kimdir.?" (el-Kasas, 72); ''Geceyi de bir sükun vakti ...
kıldı." (el-En'am, 76) Davar sahipleri de davarlarını korumak maksadıyla
yerlerine geri getirirler. Davar sahibi bir kimse davarını evine geri
çevirmekte kusurlu hareket eder yahut geceleyin yayılmasını başkasına ait
herhangi bir şeyi telef edecek şekilde zaptedemeyip etrafa yayılmasını
engelleyemeyecek olursa, o vakit verdiği bu zararın tazminatını ödemesi
gerekir. Böylelikle hüküm daha uygun ve daha müsamahalı olan şekilde cereyan
edegelmiştir. Bu şekildeki bir hüküm her iki kesim hakkında da daha
insaflıcadır. Her iki kesim için daha kolaydır, her iki tarafın malını daha bir
koruyucudur. Artık gözleri gören ve duyu organları sağlam olan kimseler için
sabah apaçık aydınlığıyla ortadadır.
el-Leys b. Sa'd'ın:
"Davarın kıymetinden daha fazlasını tazminat olarak ödemez"
şeklindeki sözlerine gelince, Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) şöyle demiştir: el-Leys
b. Sa'd'ın bu görüşünü neye dayanarak ileri sürdüğünü bilmiyorum, ancak bunu
cinayet işleyen köleye kıyas etmiş olması hali müstesnadır. Çünkü böyle bir
köle kendi değerinden daha fazlası karşılığında azad edilmiş sayılmaz. Kölenin
cinayet işlemesi halinde de kölesinin kıymetinden fazlasını efendi ödemekle
mükellef değildir. Ancak böyle bir kıyas şekli oldukça zayıftır. İbn
Abdi'l-Berr, ''et-Temhid" ve ''el-istizkar'da böyle demiştir. Böylelikle
(el-Leys) "hayvanın yaralaması hederdir" hadisine de el-Bera'ya ait
dişi deve ile ilgili hadise de muhalefet etmiştir. Bu konuda aralarında Ata'nın
da bulunduğu ilim adamlarından bir kesim ondan daha önce bu doğrultuda görüş
belirtmişlerdir. İbn Cüreyc dedi ki: Ata'ya şöyle sordum:
Ekine davar gece yahut
gündüz zarar verecek olursa (ne olur?) Sahibi bunun tazminatını öder, zararını
verir. Ben: Ekin ister korunmuş, ister korunmamış olsun (hüküm yine böyle
midir)? diye sordum. O, evet. Tazminatını öder, dedi. Bu sefer ben: Ne öder?
diye sordum. O da: Eşeğinin, bineğinin ve davarının yediklerinin kıymetini,
dedi.
Ma'mer de, İbn
Şubrüme'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ekine zarar görmüş haliyle dirhem
cinsinden değer biçilir.
Ömer b. el-Hattab ile Ömer
b. Abdu'l-Aziz'in -Allah ikisinden de razı olsun- (Sahih olmayan yollarla):
Davar sahibi gece ya da gündüz (davarının verdiği zararın) tazminatını öder,
dedikleri rivayet edilmektedir.
16- Hayvanların Gece
Verdikleri Zararların Tazminatı Ödeme Şekli:
Malik dedi ki:
Davarların geceleyin ekinlere verdikleri zararlar korku ile ümit arası (bir
hassasiyetle) değerlendirilir. Korunan bahçelerle, korunmayanlar, üzerlerinde
engel bulunanlarla, bulunmayanlar arasında fark yoktur.
17- Telef Edilen
Ekinin Kıymetini Tesbit Zamanı:
Ekinde yeşermesi yahut
yeşermemesi -küçük çocuğun dişinin çıkmasının beklenmesinde olduğu gibi-
beklenmez. İsa, İbnu'l-Kasım'dan naklen şöyle demektedir: Kıymeti onun satış
zamanına göre tesbit edilir. Eşheb ve İbn Nafi' ise "el-Mecmua"da
ondan şöyle dediğini nakletmektedir: İsterse olgunlaşacağı ortaya çıkmamış
olsun, farketmez.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Ancak birinci görüş daha kuvvetlidir. Çünkü ekinin sıfatı odur. Dolayısı ile
telef olunan şey o anda sahip olduğu nitelikleriyle değer biçildiği gibi, ona
da bu haliyle değer biçilir.
18- Telef Edilen
Ekinin Tazminatı Ertelenecek Olursa:
Eğer ekin yeşerinceye ve
zarar böylelikle ortadan kalkıncaya kadar, malı telef olan lehine herhangi bir
hüküm verilmeyecek olursa, bu halden önce otlatmak yahut buna benzer bir
menfaat sağlanıyor ise; (hayvanın verdiği zarar dolayısıyla) sağlanamayan o
menfaatin tazminatı ödenir. Eğer böyle bir menfaatin sağlanması söz konusu
değil ise, tazminat ödemek de söz konusu olmaz.
Asbağ şöyle der: (Durum
ne olursa olsun) tazminat öder. Çünkü telef tahakkuk etmiştir. Bu telefin
telafi edilmesi ise, hayvan sahibi tarafından olmamıştır. Dolayısıyla bu
telafi, hiçbir şekilde onun lehine değerlendirilemez.
19- Etrafı Çevrili
Bahçeler ile Geniş ve Bitişik Tarlalarda Verilen Zararların Tazminatı:
İbn Suhnun'un
''kitabı''nda şu Zikredilmektedir: Hadis, bahçelerinin etrafı çevrili olan
Medine gibi yerler hakkındadır. Birbirine bitişik ekinleri ve etrafı korunmamış
tarlalar ve aynı şekilde bu türden bahçelerin bulunduğu yerlerde ise, hayvan
sahipleri gece ya da gündüz hayvanlarının verdikleri her türlü zararın
tazminatını öderler.
Bu görüşüyle sanki
hayvanın bu gibi yerlerde eğitilmemesini bir haksızlık olarak kabul etmiş
gibidir. Çünkü (eğitilmemiş hayvanların) zarar vermeleri kaçınılmaz bir şeydir.
Böyle bir kanaat, el-leys'in görüşüne doğru meyle tmek demektir.
20- Bölgenin, Otlak
Yahut Ekin Bölgesi Olması Halinde Zararların Tazminatı:
Asbağ, Medine'de şöyle
demiştir: Davar sahiplerinin davarlarını, ekincilik yapan köy ve kasabalarda
çobansız bırakmamaları gerekir.
İlim adamları buradan
hareketle şunu söylemişlerdir: Her bir bölge ya ekin ekilen bir yerdir yahut
hayvanların otlamak üzere yayıldıkları bir yerdir. Eğer ekin bölgesi ise oraya
ancak telef edici bir davar girer. Böylelerini ise sahipleri korumakla
görevlidirler. Bu gibi davarların verdikleri zararların tazminatı ister gece,
ister gündüz olsun sahipleri tarafından ödenir. Şayet bölge otlak bölgesi ise,
bu durumda böyle bir yerdeki ekin sahibi ekinini korumakla görevlidir, davar
sahiplerine de bir şey düşmez.
21- Dizginlenebilen
Davarlar ile Dizginlenemeyenler:
Davarlar iki türlüdür:
Saldırgan olup, zaptedilemeyenler ve zaptedilebilenler. Buna göre Malik de
davarların hükmünü iki kısımda mütalaa etmiştir. Dizginlenemeyenler ekinlere,
meyvelere saIdırma alışkanlığı bulunan davarlar demektir. Malik dedi ki: Bu
gibi davarlar başka yere götürülür ve ekin bulunmayan bir yerde satılırlar.
Bunu İbnu'l-Kasım 'el-Kitab"da ve başka yerlerde zikretmektedir.
İbn Habib de: Sahibi
bunu kabul etmese dahi böyledir, demektedir. Yine Malik; ekinleri bozup telef
etmekten alıkonulamayan hayvan hakkında:
Başka yere götürülür ve
satılır demiştir. Zararlarına karşı korunabilen hayvanların sahiplerine, başka
yere götürmeleri emredilmez.
22- Arı, Güvercin ve
Kümes Hayvanlarının Zararları:
Asbağ dedi ki: Arı,
güvercin, ördek ve tavuk da davarlar gibidir. Bunlar saldırganlaşacak olsalar
dahi kimse bunlara sahip olmaktan engellenmez. Köy ve kasaba ahalisinin de
(bunlara karşı) ekinlerini korumaları gerekir.
İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu
zayıf bir rivayettir. Ona iltifat edilmez. Her kim başkasına zarar vermeksizin,
kendisinin de faydalanabileceği bir şey edinmek isterse, ona bu imkan verilir.
Ancak başkasına zarar verecek şeyleri edinerek fayda sağlamasına gelince buna
yol yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Zarar da yoktur, zarara zararla
karşılık vermek de yoktur'' diye buyurmuştur.
İbnu'l-Kasım'dan
nakledildiğine göre; bu saldırgan hayvanların şehirde olmaları halinde
sahiplerine -fiilen zarar vermedikçe- tazminat söz konusu değildir.
İbnu'l-Arabi der ki: Benim görüşüme göre hayvanların eğer saldırganlık
özellikleri varsa, bundan öncesinden tazminatta bulunmaları gerektiği
görüşündeyim.
23- Hayvanın Verdiği
Zararın Zamanla ilişkisi:
Abdu'r-Rezzak,
Ma'mer'den, o Katade'den, o eş-Şa'bi'den naklettiğine göre bir koyun, bir
dokumacının eğirmiş olduğu yüne zarar verdi. Davayı Şureyh'e götürdüler.
eş-Şa'bi dedi ki: Vereceği hükme dikkat edin. O onlara, bu iş geceleyin mi
oldu, yoksa gündüzün mü oldu? diye soracaktır. Gerçekten de öyle sordu, sonra
dedi ki: Eğer bu zarar geceleyin olmuşsa (hayvan sahibi) tazminat ödeyecektir,
eğer gündüzün olmuşsa tazminat ödemeyecektir. Daha sonra Şureyh: "Hani
kavmin koyunlarının girdiği ekin hakkında hüküm veriyorlardı" buyruğunu
okudu ve dediki: (Ayette geçen) "enNefş" geceleyin yayılmak, el-Hemel
ise gündüzün yayılmak demektir.
Derim ki: Peygamber
(s.a.v.)ın: "Hayvanın yaralaması da hederdir" buyruğu da bu
kabildendir.
İbn Şihab dedi ki:
"el-Cubar" heder demektir. "el-Ecma"'de hayvan demektir.
İlim adamlarımız dediler ki: Peygamber (s.a.v.)ın: "Hayvanın yaralaması
hederdir" buyruğunun zahirinden anlaşıldığına göre hayvanın tek başına
telef ettiği şeylerde herhangi bir şey söz konusu değildir. Şayet beraberinde
onu önden çeken yahut arkadan yeden ya da bir binicisi var da onlardan birisi
bir şeyin üzerine gitmesini sağlayarak telef etmesine sebeb teşkil ederlerse, o
takdirde telef olunan şeyin hükmü gereğince sorumlu olur. Şayet bu kısas ile
tazminatı ödenen bir cinayet olursa ve hayvanın üzerine sürülmesi kasti ise;
bunda kısas gerekir. Bu konuda ihtilaf yoktur, çünkü binek de bu durumda alet
gibidir. Eğer kasıt yoksa o takdirde karşılığında akile tarafından diyet
ödenmesi gerekir. Telef edilen şey mal ise; bu cinayete sebeb teşkil edenin
malından tazminat söz konusu olur.
24- Hayvanın Ayağından
Yahut Kuyruğundan Zarar Görenin Durumu:
Hayvanın ayağı yahut kuyruğu
kendisine isabet eden kişi hakkında fukaha farklı görüşlere sahiptir. Malik,
el-Leys ve el-Evzai o hayvanın sahibinin tazminat ödemesi gerektiği kanaatinde
değildir.
Şafii, İbn Ebi Leyla ve
İbn Şubrume ise, sahibi tazminat öder, demişlerdir. Saldırgan olan hayvan
hakkında ise farklı görüşleri vardır. Onların çoğunluğu, bu da öyle olmayan
diğer hayvanlar gibidir derken, Malik ve kimi arkadaşları sahibinin tazminat
ödemesi gerektiği kanaatindedirler.
25- Heder Kabul Edilen
Diğer Zararlar:
Süfyan b. Huseyn,
ez-Zühri"den, o Said el-Museyyeb'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "(Hayvanın) ayak(ıyla
isabet ettiği) hederdir." Darakutni dedi ki; Bu hadisi Süfyan b.
Huseyn'den başkası rivayet etmemiştir, bu hususta ona uyan yoktur. Ayrıca
ez-Zühri'den rivayet eden hadis hafızları ona muhalefet etmişlerdir. Malik, İbn
Uyeyne, Yunus, Ma'mer, İbn Cüreyc, ez-Zübeydi, Ukayl ve Leys b. Sa'd ile
başkaları bunlar arasındadır. Bunların hepsi de bu hadisi ez-Zühri"den
rivayet ederek şöyle demişlerdir: "Hayvan(ın telefi) hederdir. Kuyu (ile
telef olan) hederdir. Maden (dolayısıyla telef olan) hederdir."
Bunların hiçbirisi
ayağın telef ettiğinden söz etmezler. Doğru rivayet de budur.
Ebu Salih es-Semman, Abdu'r-Rahman
el-A'rec, Muhammed b. Sirin, Muhammed b. Ziyad ve diğerleri de Ebu Hureyre'den
böylece rivayet etmişler ve bu rivayetlerinde "ayak(ın telef ettiği) de
hederdir" lafzını söz konusu etmemişlerdir. Ebu Hureyre'den bellenen şekil
de böyledir.
26- Zararları Heder
Olan Şeyleri Sayan Hadislere Dair:
Hz. Peygamber'in:
"Kuyu (ile telef olan) da hederdir" buyruğundan, bunun yerine
"ve ateş(de telef olan)" diye de rivayet edilmiştir. Darakutni dedi
ki: Bize Hamza b. el-Kasım el-Haşimi anlattı. Bize Hanbel b. İshak anlattı,
dedi ki: Ben Ebu Abdullah Ahmed b. Hanbel'i, Abdu'r-Rezzak'ın hadisi hakkında
şöyle derken dinledim; Ebu Hureyre yoluyla geldiği söylenen: "Ve ateş(de
telef olan) da hederdir" şeklindeki hadisin hiçbir değeri yoktur. Bu ifade
kitapta yazılı değildir ve batıldır, sahih de değildir. Bize Muhammed b. Mahled
anlattı, bize İshak b. İbrahim b. Hani anlattı, dedi ki: Ben Ahmed b. Hanbel'i
şöyle derken dinledim: Yemen ehli "en-nar" kelimesini (elif yerine ya
ile) "en-neyr" şeklinde "el-bi'r" kelimesini de (şeklen ona
benzer) ve hemze yerine "ya" ile yazarlar. Yani bunlar (hat
itibariyle) birbiri gibidir. "Ateş(de telef olan) da hederdir"
ifadesini telkin eden de Abdu'r-Rezzak'tır. er-Remadi dedi ki: Abdu'r-Rezzak
dedi ki: Ma'mer dedi ki: Benim görüşüme göre bu ancak bir vehimdir
(yanılmadır). (Darakutni, III, 152-153)
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) dedi ki; Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'den, o Ebu Hureyre'den, o
Peygamber (s.a.v.)dan: "Ateş(de telef olan) da hederdir" hadisi
rivayet edilmektedir. Yahya b. Main ise şöyle demiştir: Bunun aslı
"el-bi'r (kuyu)"dır. Ancak Ma'mer bunu tashif' etmıştır. Ebu Ömer
(devamla) dedi ki: İbn Main bu sözüne delil getirmemektedir. Güvenilir
ravilerin hadisleri böylece reddedilmez. Veki', Abdu'l-Aziz b. Husayn'dan o Yahya
b. Yahya el-Gassani'den şöyle dediğini nakletmektedir: Adamın birisi tarlasında
ekininde arta kalanları yaktı. Ateşten bir kıvılcım sıçrayıp komşusuna ait bir
şeyler yaktı. Bu hususta İbn Husayn, Ömer b. Abdu'l-Aziz (ra)a mektup yazıp,
hükmü sordu. O da şunları yazdı: Resulullah (s.a.v.): "Hayvan(ın telef
ettiği) hederdir" diye buyurmuştur. Benim görüşüme göre ateşin telef
ettiği de hederdir.
Bu hadiste (hayvan demek
olan): el-Acma' yerine (yayılan hayvan demek olan): "es-Saime(nin telef
ettiği) de hederdir." şeklinde de rivayet edilmiştir. İşte bu hadisin
lafızları ile ilgili olarak varid olanlar bunlardır. Her bir mana nın hadisin
şerhinde ve fıkıh kitaplarında söz konusu edilmiş sahih bir lafzı da vardır.
[ - ]
"Davud'a da onunla
birlikte tesbih etsinler diye dağları ve kuşları müsahhar kıldık" buyruğu
hakkında Vehb dedi ki: Davud tesbih ederek dağların yanından geçer, dağlar da
tesbih ile ona karşılık verirlerdi, kuşlar da aynı şekilde.
Şöyle de açıklanmıştır:
Davud kendisinde biraz yorgunluk hissetti mi dağlara emreder, onlar tesbih
ederlerdi ve bu kendisi tesbihi özleyinceye kadar devam ederdi. İşte bundan
dolayı "müsahhar kıldık" diye buyurulmuştur. Biz o dağları onlara
tesbih etmelerini emrettiği vakit ona itaat edecek şekilde yarattık, demektir.
Bir diğer açıklamaya
göre; dağların onunla birlikte yol alması onların tesbihi idi. Çünkü tesbih
(yüzmek demek olan) "sibahat"dan alınmadır. Buna delil de Yüce
Allah'ın: "Ey dağlar, siz de onunla dönüş yapın (tesbih edin.)"
(Sebe', 10) buyruğudur.
Katade dedi ki:
"Tesbih etsinler" o namaz kıldığı vakit, onlar da namaz kılsınlar
demektir. Çünkü tesbih namazdır.
Bunların hepsi muhtemel
açıklamalardır. Bu da Yüce Allah'ın dağlara yaptırdığı bir iştir. Çünkü
dağların eren bir akılları yoktur. Onların tesbih etmeleri Yüce Allah'ın,
acizlerin ve sonradan yaratılmışların (muhdeslerin) sıfatlarından münezzeh
oluşuna delil teşkil etmektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN